Disiplinleri İçeriden Aşmak: Sosyoloji ve Siyaset Biliminin İçinde/Karşısında Marksizm
Cenk Saraçoğlu
ODTÜ, Kuzey Kıbrıs Kampüsü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Bu sunum “modernite” olarak adlandırılan kapitalizm, ulus-devlet ve Aydınlanma gibi dünya-tarihsel olguların gelişim sürecinde ortaya çıkan sosyal bilimlerdeki disiplin ayrımlarının toplumsal gerçekliği anlamada yarattığı etkileri sorgulamaya çalışacak. Özellikle sosyoloji ve siyaset bilimi disiplinlerinin 19. ve 20. yüzyıldaki ayrışma ve gelişim sürecine odaklanılarak disiplin ayrımlarına dayalı uzmanlaşmanın kapitalizmin bütünlüğünü kavramada yarattığı sorunlara ve bunların ideolojik etkilerine değinilecek. Bu bağlamda sosyoloji ve siyaset bilimi disiplinlerinde iki ayrı alan gibi ele alınan “toplum” ve “devlet” kavramlarının anaakım sosyal bilimlerdeki kullanım biçimlerinin karşısında Marksist teori ve yöntemin nasıl bir alternatif ortaya koyduğu tartışılacak.
“Toplum” ve “devlet” gibi iki ayrı alan tasavvurundan yola çıkarak bunların her birini ayrı uzmanlık gerektirecek inceleme nesneleri olarak tarif eden egemen yaklaşım esasında toplumsal gerçekliğin çarpık bir resmini sunmak noktasında ideolojik bir karakter taşır. Zira bu ayrıştırmanın bir sonucu da “toplumun” ve “devletin” birbirinden ayrı işleyiş mekanizmaları olduğu, bu ikisinin iki ayrı “sisteme” denk düştüğü ve böylelikle de bu işleyişin aksadığı noktalarda ikisine ayrı ayrı müdahale edilebileceği düşüncesine kapı aralar. Buna göre, aynı Parsonscu sosyolojide görebileceğimiz gibi, toplum kendi sistemi içerisinde düzeni ve devamlılığı sağlayan unsurlarının, yani aile gelenek, görenek, okul gibi güçlendirilmesi ya da yeniden düzenlenmesi ile kendi sorunlarını onarabilir. Sosyoloji de bu noktada, toplumsal sistemin nasıl işlediğini, bu işleyiş içinde ortaya çıkan arızaların nereden kaynaklandığını ve bu arızaların nasıl giderileceğini belirlemenin bilimi olarak tasarlanır. Aynı sosyal bilimsel yaklaşım siyaseti veya devleti kendinden menkul ayrı bir sistem olarak tarif ederek, siyaset bilimini devletlerin iç yapısal mekanizmalarının nasıl işlediğini ve doğru işleyişin nasıl olması gerektiğini “bilimsel” olarak keşfetmeye davet eder. Karşılaştırmalı siyaset diye bilinen alanın egemen ele alınış biçimi bu davete bir icabet olarak görülebilir. Nihayetinde toplum-devlet ayrıştırmasını temel alan siyaset bilimi ve sosyoloji disiplinleri kendi alanlarında “toplumu” ve “devleti” bağımsız birer kendilik olarak veri alır, bunların devamlılığı durumunu idealleştirir ve böylelikle de kapitalist bütünlüğün aşılmasına yönelik çabaların önüne çekilen ideolojik sete malzeme taşır.
Bir felsefe, siyaset kılavuzu ve aynı zamanda gerçekliği anlamaya yönelik bir yöntem olarak düşünülen Marksizm ise hem bu bütünsel kapitalist gerçekliği bölmelerine ayırma eğilimine karşı bir alternatif oluşturur hem de bu eğilimin ideolojik karakterini deşifre eder. Marx’ın modern burjuva toplumunun çeşitli görünümlerini kapitalist bütünlüğün birbirleriyle ilişkili yapıcı öğeleri olarak gören anlayışı, ekonomi, sosyoloji ve siyaset bilimi arasında çekilen sınırları da hükümsüz kılacak bir niteliğe sahiptir. Marx’ın anlayışında örneğin siyaset biliminin konusu olarak ayrıştırılan devlet ile sosyolojinin alanına sıkıştırılan (toplumun unsurlarından biri olarak) sınıf birbirinden ayrı gerçeklikler değil, aynı kapitalist bütünlüğün içsel ilişkili parçalarıdır. Marx’a göre, devletin modern toplumlarda kazandığı biçim sınıf mücadelelerinin tarihsel birikiminin bir yansımasıydı; öte yandan kapitalist sınıfın oluşumunda ve hâkim kılınmasında devlet kilit bir rol oynamıştı; hâkim sınıf ilişkileri ve sömürü mekanizmaları ancak devletin varlığında devam edebilirdi. İlk bakışta birbirileriyle çelişkili gibi gözüken bu yaklaşımların her biri birbiriyle içsel ilişkilerle bağlı unsurlarından oluşan kapitalist bütünlüğe farklı konumlanma noktalarından bakmanın birer örneğini teşkil eder. Böyle bir yöntemin devlet/siyaset ve toplumu birbirine dışsal iki ayrı kendilik olarak kavrayan anlayışla uyumlu olması ve disiplinler arasında bunun üzerinden çizilen sınırları veri alması imkânsızdır. Marx’ın sonraki dönemlerindeki takipçilerinin, ister sosyoloji ister siyaset bilimi alanlarında konumlandırılsınlar, bu disiplinlerin ana-akım teori, yöntem ve tekniklerine mesafeli ve eleştirel olmalarının arkasında bu yatmaktadır.