Kuantum ve Görelilik Kuramlarından Sonra “Araştırma Programları”na Yaklaşım
Mehmet Ali Olpak
ODTÜ, Fizik Bölümü
Mehmet Ali Olpak
ODTÜ, Fizik Bölümü
Bilimsel yönteme dair tartışmaların esasen iki düzlemde gerçekleştiği söylenebilir. Birinci düzlemde, bir sistematik önermeler bütününü değerlendirirken bu bütünün ya da tek tek önermelerinin bilimsel olup olmadığına karar verilmesini sağlayacak epistemolojik standartlara dair bir tartışma söz konusudur. İkinci düzlemde ise, bilimsel üretimin bir süreç olarak ele alınması, bu sürecin sosyolojik, siyasi, psikolojik, tarihsel ve etik yönlerinin tartışılması söz konusudur. Bu tablo göz önüne alınarak söylenebilir ki, bilimsel üretim sürecinin ve bilimsel yöntemi sorgulayan “epistemolojik standartlar”ın kimi felsefeciler ve bilim insanları tarafından tarihselci bir yaklaşımla ele alınması önem taşımaktadır. Tarihselci yaklaşıma örnek olarak, akla ilk gelen isimler arasında B. Hessen, H. Grosmann, J. D. Bernal, T. Kuhn ve I. Lakatos sayılabilir. Konuya genel bir yaklaşımla, Hessen, Grosmann ve Bernal'in de dâhil olduğu marksist akımın dışında tarihselci olarak anılmaya en uygun ismin I. Lakatos olduğu söylenebilir. Lakatos’un kendisinin marksist olup olmaması bir kenara, marksist diyalektiğin kavramlarını kullanıyor olması önem taşımaktadır.
Bu çalışmada, Lakatos’un geliştirdiği “ilerleyen/gerileyen (progressive/degenerating) araştırma programları” kavramından yararlanılarak yirminci yüzyıl fiziğine dair bir tartışma yürütülecektir[xx]. Bu tercihin temel gerekçesi, yerleşik fizik kuramlarının ve fizikteki anlayış değişikliklerinin tarihi, felsefi, sosyolojik bağlamlarda yürütülen tartışmalar üzerindeki etkisidir. Öncelikle, bilimsel çalışmaların aşamalarını tarif eden ve esasen pozitivist bir mantığın ürünü olduğu söylenebilecek bilinen şemanın (gözlem ve deneylerin yapılması – hipotezlerin kurulması – hipotezlerin kontrollü gözlem ve deneyler ile sınanması – kuramlara/kanunlara ulaşılması) ve bu şemaya dair eleştirilerin Lakatos tarafından yapılan eleştirisine değinilecektir. Ardından, mevcut durumun bir incelemesi olarak, yirminci yüzyılın ilk yarısı içinde kuantum mekaniğinin ve Einstein'ın görelilik kuramının ortaya çıkış süreçlerine ve yirminci yüzyılın ikinci yarısında yüksek enerji fiziğinin gelişimine atıflar yapılarak Lakatos’un kavramlaştırması üzerinden bir çerçeve çizilmeye çalışılacaktır. Yirminci yüzyılda fizik alanındaki gelişmeler, Lakatos’un kavramlarında (muhtemelen marksist diyalektikten yararlanıyor olması nedeniyle) kapalı olarak var olan, ancak açık hale getirilmesi ve üzerine yoğunlaşılması gereken “içerme – aşma” ilişkisinin güzel ve açık örneklerini sunmaktadır. Yeni kuramların ortaya çıkışı modern bilimin tarihinde hep bir kuramın diğerinin yerini alması olarak yorumlanmış, ancak özellikle yirminci yüzyılda eski kuramların yenilerce “içerilmesi” ve daha önemlisi aşılması farklı yönleriyle ortaya çıkmıştır. Burada içerme ve aşmadan kast elbette eski kuramların varsayımlarına hiç dokunmadan yeni varsayımlar eklenmesi değildir. İçerip aşma, çok daha farklı varsayımlarla yola çıkan bir kuram ile eskisinin açıklayamadığı olguların açıklanabilmesi ve bununla kalmayıp eski kuramın olgusal dayanaklarının yeni çerçeve içinde anlaşılabilmesidir. Dolayısıyla, modern bilimin tarihi içinde eski kuramların bilim insanları tarafından her zaman rafa kaldırılmamasını ve bazılarının halen kullanımda olması anlaşılabilmektedir. Bunun en açık örneği, Newton'un aşılmış olan kuramının göreliliğin genel kuramı çerçevesinde özel bir durum olarak ifade edilebilmesi ve halen pek çok mühendislik uygulamasının temelini teşkil etmesidir. Kuşkusuz Newton örneği en bilineni olsa da tek örnek değildir.
Yalnızca epistemolojik standartlara odaklanan bir yaklaşımın, bilimin ekonomik, toplumsal ve politik işlevleriyle beraber evrimini kavrayabilmesi ve geçirdiği devrimsel süreçleri doğru biçimde çözümleyebilmesi mümkün değildir. Lakatos yukarıda anılan “araştırma programı” kavramı bağlamında bu süreçleri ele almaktadır ve bu nedenle farklı kuramlar arasındaki içerme – aşma ilişkisini çözümlemeye elverişli bir yaklaşım ortaya koymaktadır. Onun ortaya koyduğu yöntem ve kavramları kullanarak, 20. yy fiziğini öncesiyle ve sonrasıyla bütün bir süreç olarak ele almak ve bilimsel yöntemin bilimselliğinden taviz vermeden toplumsal ve tarihsel belirlenimlerine de bilimsel anlatıda yer vermek mümkün olacaktır.